HGKTebligat

Tebliğ tutanağında; beyanına başvurulmuş olup da isim ve imzadan imtina etmiş komşunun ad ve soyadının belirtilmemesi hâlinde tebliğ işlemi usulsüz olacağından, muhatabın beyan ettiği tarihe göre temyiz isteminin süresinde olduğu

Tebliğ tutanağında; beyanına başvurulmuş olup da isim ve imzadan imtina etmiş komşunun ad ve soyadının belirtilmemesi hâlinde tebliğ işlemi usulsüz olacağından, muhatabın beyan ettiği tarihe göre temyiz isteminin süresinde olduğu- Görevsizlik kararından sonra, görevli mahkemede davaya devam edilebilmesi için öncelikle görevsizlik kararının kesinleşmesi gerektiği- Davanın taraflarının, görevsizlik kararı kesinleşmeden (iki haftalık başvurma süresi işlemeye başlamadan) önce, görevsiz mahkemeye (dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için) başvurmuş ise bu başvurmanın da geçerli olduğu-

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili tarafından okullarında kullanılmak üzere 02.09.2010 tarihli fatura ile satın alınıp bedeli ödenen “A….” ve “M…” bilgisayar aparatı ve cihazdan gerekli randımanın sağlanamadığını, Tuzla Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/56 D. İş sayılı dosyasında alınan 20.07.2012 tarihli tespit raporu ile cihazın ayıplı olduğunun saptandığını ileri sürerek, yetmiş dokuz adet “M…” adlı ayıplı cihaz bedeli olan 63.848,24TL’nin 02.09.2010 tarihinden itibaren işleyecek avans reeskont ticarî faizi ile birlikte müvekkiline iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili şirket tarafından teslim edilen cihazların davacı tarafından kullanılmaya başlandığını ve herhangi bir şikâyetin söz konusu olmadığını, cihazlar ayıplı olmadığı gibi davacı tarafça yasal muayene ve ihbar sürelerine uyulmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17.06.2015 tarihli ve 2014/790 E., 2015/511 K. sayılı kararı ile; bilirkişi raporuna göre davacıya satışı yapılan cihazların ayıplı olmadığı gibi, davacının yasal sürede ayıp ihbarında bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 09.06.2016 tarihli ve 2016/1384 E., 2016/10413 K. sayılı kararı ile;

“…Davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 20. maddesinde; “(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.” hükmüne yer verilmiştir. Dosyada davanın ilk açıldığı İstanbul 5. Tüketici Mahkemesi tarafından verilen görevsizlik kararının kesinleştiği tarihten itibaren 2 hafta içinde dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemine ilişkin bir dilekçeye rastlanılmamıştır. Mahkemece bu yön üzerinde durulup HMK’nın 20. maddesi çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken bu husus gözetilmeksizin işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir,…”

gerekçesiyle karar bozulmuş, bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

9. Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 11.07.2018 tarihli ve 2018/529 E., 2018/729 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, davacı tarafça sunulan dosyanın görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesi talebini içeren belge ve tarafların bozma ilamına direnilmesine yönelik talepleri birlikte değerlendirilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 20. maddesi hükmüne uygun olarak görevsizlik kararının kesinleştiği tarihten itibaren iki hafta içinde dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemine ilişkin olarak davacı vekilince sunulan bir dilekçenin dosya içerisinde bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; davacı vekiline gönderilen direnme kararına esas gerekçeli kararın “Muhatabın işyeri dışında iş takibinde olduğu isim ve imza vermekten imtina eden komşusunun beyanından anlaşılmış olup 2 nolu haber kağıdı muhatabın kapısına yapıştırılarak tebligat ilgili Mahalle Muhtarlığına tebliğ edilmiştir” şeklindeki açıklama ile tebliğ edildiği, davacı vekilinin ise direnme kararının mahkemece kesinleştirilmesinden sonra karardan haberdar olduğunu, kararın usulüne uygun şekilde kendisine tebliğ edilmediğini, aynı tarihte başka bir tebligatın kendisine usulüne uygun bir şekilde yapıldığını belirtmek suretiyle direnme kararını hem bu usulü nedeni ileri sürerek hem de esasa ilişkin nedenler ile temyiz etmesi üzerine, mahkemece ek karar ile temyiz isteminin süre bakımından reddine karar verilerek davacı vekilince ek kararın ve direnme kararının temyiz edildiği eldeki davada; mahkemece davacı vekiline yapılan tebligatın 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun (TK) 21/1’e ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in (Yönetmelik) 30/1. maddesine göre usulüne uygun olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre mahkemenin temyiz isteminin süre itibariyle reddine ilişkin ek kararının yerinde olup olmadığı ve ek kararın kaldırılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak ele alınıp ve değerlendirilmiştir.

13. Bilindiği üzere mahkemelerin her türlü tebliğ işlemleri, TK ve Yönetmelik hükümlerine göre yapılır. TK’nın 11. maddesinin ilk cümlesine göre vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Somut olayda mahkemece direnme kararının davacı vekiline TK’nın 21/1. maddesine göre tebliğ edildiği görülmektedir.

14. Tebligat Kanunu’nun “Tebliğ imkânsızlığı ve tebellüğden imtina” başlıklı 21. maddesinin 1. fıkrası; “Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama hâlinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır” hükmünü içermektedir.

15. Madde bu şekliyle iki hâli birlikte düzenlemiştir. Bunlardan ilki “adreste bulunmama” diğeri ise “tebellüğden imtina” durumlarıdır. Tebligat görevlisi tarafından belirtilen adrese gidildiğinde adresin doğru olduğu ancak muhatap ya da muhatap adına tebliği almaya yetkili diğer kimselerin adreste bulunmadığının tespit edilmesi hâlinde tebliğ imkânsızlığı, adreste bulunan kimseler tarafından tebliğ evrakının kabulden kaçınılması hâlinde ise tebellüğden imtina söz konusu olur. Adres kayıt sistemi adresi şerhi verilerek yapılan tebliğler (TK m. 21/2) hariç, muhatap ya da muhatap adına tebliği almaya yetkili diğer kimselerin adreste bulunmaması veya tebellüğden kaçınılması hâlinde tebliğ işlemleri TK’nın 21/1 ve 23/7. maddeleri ile Yönetmeliğin 30/1 ve 35/1-f maddelerinde öngörüldüğü şekilde yapılmalıdır. Aksi hâlde tebligat usulsüz olur (Muşul, Timuçin: Tebligat Hukuku, Ankara 2018, s. 347, 348).

16. Muhatabın ya da muhatap adına tebliği almaya yetkili diğer kimselerin adreste bulunmaması hâlinde tebliğ memurunun ne şekilde davranması gerektiğini düzenleyen Yönetmeliğin 30. maddesinin 1. fıkrası; “Adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa, tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri hâlinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir” şeklinde düzenlenmiştir.

17. Tebligat Kanunu’nun “Tebligat mazbatası” başlıklı 23. maddesinde, tebliğin mazbata ile tevsik edileceği belirtildikten sonra bu mazbatanın ihtiva etmesi lazım olan hususlar düzenlenerek, 7. bendinde “21 inci maddedeki durumun tahaddüsü halinde bu hususlara mütaallik muamelenin yapıldığını, adreste bulunmama ve imtina için gösterilen” sebebinin tebligat mazbatasına yazılması zorunlu kılınmış, benzer şekilde Yönetmeliğin “Tebliğ mazbatasında bulunması gereken bilgiler ve tanzimi” başlıklı 35/1-f maddesinde “30 uncu ve 31 inci maddelerdeki durumların gerçekleşmesi hâlinde bu hususlarla ilgili hangi işlemlerin yapıldığını, adreste bulunmama ve kaçınma için gösterilen” sebebinin tebligat mazbatasına yazılacağı hüküm altına alınmıştır.

18. Yönetmeliğin 30. maddesi, tebliğ memuruna ilgilinin neden adreste bulunmadığını “tahkik etme” görevini yüklemiştir. Burada tebliğ memuru tahkik etmekle kalmayıp, bunu tevsike yönelik olarak yaptığı tahkikatın sonucunu Tebligat Kanunu’nun 23/7 ve Yönetmeliğin 35/1-f bendi gereğince tebliğ evrakına yazacak ve maddede açıkça belirtildiği üzere ilgilisine imzalatacaktır.

19. Muhatap veya yerine tebligat yapılacak kimseyi bulamayan tebligat memuru, önce o kimsenin sürekli mi geçici mi o adreste bulunmadığını ve bulunmama sebebini doğru şekilde araştırmakla yükümlüdür. Bu araştırma, özellikle muhatabın geçici belirli bir süre mi, yoksa tamamen mi adresten ayrılmış olup olmadığını tespit bakımından önemlidir. Böyle bir araştırma yapmadan ve bunu tutanağa geçirmeden, bir tebligat yöntemi belirlemek mümkün ve doğru değildir. Zira, muhatabın adreste geçici olarak bulunmaması ile tamamen ayrılmış olması hâlinde izlenecek tebligat usulü birbirinden farklıdır (Hanağası, Emel/Özekes, Muhammet: Yargı Örgütü ve Tebligat Hukuku, Eskişehir 2017, 3. B., s. 120).

20. Muhatabın tebliğ adresinde ikamet etmekle birlikte, kısa süreli ve geçici olarak adreste bulunmadığının, tevziat saatlerinden sonra geleceğinin beyan ve bunun tevsik edilmesi hâlinde ancak; maddede sayılan kişilerden birisine, imza karşılığı tebliğ edilip 2 numaralı ihbarnamenin kapıya yapıştırılması ve komşunun durumdan haberdar edilmesi işlemlerine geçilebilecektir. Tahkikatta muhatabın adresten kesin olarak ayrıldığının ya da öldüğünün tespiti hâlinde ise Yönetmeliğin 30. maddesinin 2, 3 ve 4. fıkraları gereğince işlem yapılacaktır.

21. Tebliğ tutanağında; beyanına başvurulmuş olup da isim ve imzadan imtina etmiş komşunun ad ve soyadının belirtilmemesi, haber bırakılan komşunun isminin, kim olduğunun, imzadan imtina edip etmediğinin tebliğ memuru tarafından tutanağa yazılıp imzalanmaması hâlinde tebliğ işlemi, Tebligat Kanunu’nun 21/1 ve 23/7. maddeleri ile Tebligat Kanunu Yönetmeliğinin 30/1. maddesi hükümlerine göre usulsüz olur (Muşul, s. 359).

22. O hâlde, tebliğ memurunun Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesine göre tebligat yapabilmesi için önce muhatap tebliğ evrakında belirtilen adreste oturmakla birlikte posta dağıtım saatinde muhatap veya muhatap adına kendisine tebliğ yapılacak kimseden hiçbirinin gösterilen adreste bulunmadığını, adreste geçici olarak bulunmama sebebini ve posta dağıtım saatinden sonra adrese döneceğini tahkik ve tevsik etmelidir. Adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti, meclis üyesi, zabıta amir veya memurlarından adreste bulunmama nedenini öğrenerek bu durumu tebliğ tutanağına yazıp altını beyanda bulunan kişiye imzalatması, imzadan çekinmeleri hâlinde de bu durumu tebliğ mazbatasına yazarak kendisinin imzalaması gerekir. Daha sonra tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesinde yazılı kişilerden birine imza karşılığı, tebliğ ettikten sonra tebellüğ edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber adreste bulunmama hâlinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirmesi gereklidir (TK. m. 21, Yönetmelik m. 31/1-a).

23. Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesine göre, yapılan tebligatlarda tebliğ tarihi, maddenin son cümlesinde açıkça belirtildiği üzere, 2 numaralı ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihtir. Tebliğ tarihinin bu şekilde belirlenmesi ve geçerli sayılabilmesi, tebliğ memurunun yukarıda açıklanan araştırmayı mutlaka yapmasına ve belgelemesine bağlıdır.

24. Hemen belirtilmelidir ki, tebligat ile ilgili Kanun ve Yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler, bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olmakla, gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak Kanun ve Yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.

25. Kanun ve Yönetmeliğin amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi (tebligatın bilgilendirme fonksiyonu) ve bu hususların belgeye (tebligatın belgelendirme fonksiyonu) bağlanmasıdır. Hâl böyle olunca, Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. TK ile Yönetmelikte öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz. Nitekim Kanun’un ve Yönetmeliğin belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı yerleşik yargısal içtihatlarda da açıkça vurgulanmıştır. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.03.2021 tarihli ve 2018/12-671 E., 2021/186 K.; 29.06.2021 tarihli ve 2017/2-2490 E., 2021/856 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.

26. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; yerel mahkemenin direnmeye ilişkin gerekçeli kararının davacı vekiline “Muhatabın işyeri dışında iş takibinde olduğu isim ve imza vermekten imtina eden komşusunun beyanından anlaşılmış olup 2 nolu haber kağıdı muhatabın kapısına yapıştırılarak tebligat ilgili Mahalle Muhtarlığına tebliğ edilmiştir.” şerhi ile 15.08.2018 tarihinde tebliğ edildiği görülmektedir. Tebliğ tutanağında; beyanına başvurulmuş olup da isim ve imzadan imtina etmiş komşunun ad ve soyadının belirtilmemesi hâlinde tebliğ işlemi, Tebligat Kanunu’nun 21/1 ve 23/7. maddeleri ile Tebligat Kanunu Yönetmeliğinin 30/1. maddesi hükümlerine göre usulsüz olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.

27. Ne var ki, Tebligat Kanunu’nun 32. maddesinde yer alan “tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur” hükmü gereğince davacı vekilinin tebliğden haberdar olduğunu beyan ettiği 10.01.2019 tarihi itibariyle 16.01.2019 tarihinde yapılan temyiz istemi süresindedir.

28. Hâl böyle olunca, davacı vekilinin temyiz isteğinin süresinde olmadığından reddine ilişkin yerel mahkemenin 30.01.2019 tarihli ek kararının kaldırılmasına karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

IV. GEREKÇE

29. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.

30. Bilindiği üzere, mahkemelerin görevi kamu düzenine ilişkin ve aynı zamanda dava şartı olması nedeniyle bir dava açıldığında mahkeme, görevli olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden (re’sen) inceler ve görevsiz olduğu kanısına varırsa, tarafların ileri sürüp sürmediğine bakmaksızın görevsizlik kararı verir.

31. Mahkemelerce görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine yapılacak işlemler ise görevsizlik kararının verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan şekliyle HMK’nın 20. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede;

“(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

(2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir” hükmüne yer verilmiştir.

32. Bu hükümdeki açık düzenleme uyarınca görevsizlik kararı veren mahkeme, görevsizlik kararında dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesine karar vermekle yetinir; dava dosyasını kendiliğinden görevli mahkemeye gönderemez. Dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilebilmesi ve o mahkemede davaya devam edilebilmesi için taraflardan birinin görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren iki hafta içerisinde görevsizlik kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir.

33. Ayrıca, davanın taraflarının görevsizlik kararı kesinleşmeden (iki haftalık başvurma süresi işlemeye başlamadan) önce görevsiz mahkemeye (dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için) başvurmuş ise, bu başvurma da geçerlidir. Ancak görevsiz mahkeme, görevsizlik kararı kesinleşmedikçe dava dosyasını görevli mahkemeye gönderemez (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C. 1, s. 332, 333).

34. Önemle vurgulamak gerekir ki; görevsizlik kararından sonra görevli mahkemede davaya devam edilebilmesi için öncelikle görevsizlik kararının kesinleşmesi gerektiği açıktır. Nitekim, HMK’nın 20/1. maddesinde iki haftalık başvuru süresinin görevsizlik kararı verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı hüküm altına alınmıştır.

35. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Özel Daire bozma kararı üzerine, karar düzeltme aşamasında taraf vekillerince davacı tarafın görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi talebini içeren ve hatta davalı tarafça sunulan nüshada hâkimin 05.11.2012 tarihli havalesini taşıyan dilekçe mahkemeye yeniden sunulmuş olup, Özel Dairece dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemine ilişkin bir dilekçeye rastlanmadığı yönünde verilen bozma kararı isabetli olmadığı gibi, taraf vekillerinin bu husustaki itirazlarını içeren karar düzeltme taleplerinin de reddine karar verilmesi yerinde değildir.

36. Hemen belirtilmelidir ki, eldeki davada görevsizlik kararının kesinleştiği tarih 29.11.2012 olup; davacı taraf ise dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemini içeren dilekçesini 05.11.2012 tarihinde sunmuştur.

37. Ancak yukarıda değinildiği gibi davanın tarafları görevsizlik kararı kesinleşmeden (iki haftalık başvurma süresi işlemeye başlamadan) önce görevsiz mahkemeye (dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için) başvurmuş ise bu başvurma da geçerli olduğu gibi, karar düzeltme aşamasında taraf vekilleri de davacı tarafın dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemini içeren dilekçesini yeniden dosyaya sunmuşlardır.

38. Hâl böyle olunca; taraf vekillerince ayrı ayrı sunulmuş olan davacı tarafın dosyanın görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesi talebini içeren yazılı beyanı ile tarafların Özel Daire bozma kararına direnilmesine yönelik beyanları esas alınarak verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

39. Ne var ki, Özel Dairece davanın esası hakkında bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1. Davacı vekilinin temyiz isteğinin reddine ilişkin 30.01.2019 tarihli ek kararının KALDIRILMASINA (III),

2. Direnme uygun olduğundan, davacı vekilinin esasa yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE (IV),

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.02.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

HGK. 15.02.2022 T. E: 2019/(19)11-558, K: 139

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu