Blok Başlığı

  • E-Satış İle Yapılan İlk İhale de İhale Alıcısının İhale Bedelini Süresinde Yatırmaması Halinde, İhalenin İptaline Karar Verilmesi Durumunda, İlk İhale Nedeniyle Açılan İhalenen Feshi Davası Konusuz Kalır.

    T.C.
    ANKARA
    BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
    19. HUKUK DAİRESİ

    DOSYA NO : 2022/2325
    KARAR NO : 2022/2559

    T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
    K A R A R

    İNCELENEN KARARIN
    MAHKEMESİ : ANKARA 13. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 22/09/2022
    NUMARASI : 2022/464 E.- 2022/631 K.
    İCRA DOSYA NUMARASI : Ankara Satış Gayrimenkul İcra Müdürlüğü 2022/131 Tal.

    DAVANIN KONUSU : İHALENİN FESHİ
    KARAR TARİHİ : 29/12/2022
    KARAR YAZIM TARİHİ : 23/01/2023

    Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararı aleyhine süresi içinde şikayetçi borçlu vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuş olmakla, HMK’nın 353.maddesi gereğince dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde işin gereği görüşülüp düşünüldü:
    Şikayetçi borçlu vekili mahkemeye sunduğu şikayet dilekçesinde; müvekkiline ait Ankara ili, ……..ilçesi, ………Mahalle/Mevki, 30404 ada 16 parsel 2. Kat, 6 nolu bağımsız bölümün 23/08/2022 tarihinde ………….Ercan’a ihale edildiğini, müvekkilinin borcunun olmadığını, menfi tespit davası açıldığını, ihale bedelinin rüçhanlı alacaklar ve satış masraflarından az olamayacağını, ihale tekliflerinin de bu rakamın tespiti ile söz konusu rakam üzerinden yapılacağının ilan edilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerinde ipotek bulunduğunu, ipotek bedeli 700.000,00 TL olmasına rağmen icra müdürlüğünce dava konusu yer için takdir olunan 520.000,00 TL bedelin %50’si üzerinden ilan edilerek ihale işleminin yapıldığını, ipoteğin devam edip etmediği ve devam ediyorsa miktarı ipotek alacaklılarından sorulup tespit edilmeksizin taşınmazların satışının gerçekleştirildiğini, ipotek alacaklılarının ipotek bedeli altında satışa muvafakat ettiğine dair bir belgenin de dosya içinde mevcut olmadığını, ihale bedelinin rüçhanlı alacakları ve satış masraflarını karşılaması gerektiğinden teklifin satış ilanında belirtildiği gibi takdir edilen 520.000,00 TL’nin %50’si yani 260.000,00 TL’ den başlatılarak ihale yapılmasının haksız ve hukuka aykırı olduğunu, kıymet takdiri yapılan gayrimenkülün bağımsız bölüm bilgileri ile satışı yapılan gayrimenkulün bağımsız bölüm numaralarının farklı olduğunu, Ankara İli ………İlçesi …….Mah. 30404 Ada 16 Parsel 2. Kat 16 bağımsız bölüm numaralı taşınmazın satış işlemleri yürütülmekte iken kıymet takdirinin Ankara İli, …….İlçesi, ……..Mahallesi, 30404 ada 16 parseli 2.Kat (6) no.lu bağımsız bölüm için yapıldığını, satışı istenen gayrimenkul ile kıymet takdiri yapılan gayrimenkulün bağımsız bölüm numaralarının farklı olduğunu, gayrimenkulün kıymetinin esaslı özellikleri tam olarak tespit edilmeden eksik gösterildiğini, kıymet takdirinin 12/02/2020 tarihli olduğunu, süresinde satış istenmediğinden takibin düştüğünü, 2. kez dosya yenilenerek 10.03.2022 tarihinde kıymet takdiri yapıldığını, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takipte süresinde satış istenmemesi durumunda alacaklının ipotek hakkı devam etmek ile beraber düşen dosya üzerinden ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibe devam edilebilmesinin mümkün olmadığını belirterek ihalenin feshine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı alacaklı ile davalı ihale alıcısı vekili cevap dilekçelerinde; şikayetin reddine karar verilmesini istemişlerdir.
    Mahkemece yapılan yargılama neticesinde; davalı ihale alıcısının ihale bedelini yatırmaması nedeni ile şikayete konu 23/08/2022 tarihli ihalenin 09/09/2022 tarihli memur işlemi ile iptaline karar verilerek yeni ihale gününün belirlendiği, bu itibarla şikayetin konusunun kalmadığının anlaşıldığı, HMK’nun 331/1 maddesi gereğince davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkimin davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerine hükmedeceği, satışa hazırlık işlemlerinden kaynaklanan nedenlerle ihalenin feshi isteminde bulunulabilmesi için usulsüz olduğu ileri sürülen hususun ihaleden önce şikayetçi tarafından öğrenilmemiş olması, öğrenilmiş ise İİK. nun 16/1.maddesinde öngörülen yasal yedi günlük sürede icra mahkemesi nezdinde şikayet konusu yapılması gerektiği, şikayetçi, fesih nedeni olarak ileri sürdüğü ihaleye hazırlık dönemine ilişkin bir durumu yasal sürede icra mahkemesine şikayet yoluyla ileri sürmezse daha sonra aynı nedene dayalı olarak ihalenin feshini isteyemeyeceği, satışa hazırlık işlemlerine yönelik şikayet üzerine mahkemece verilecek kararlar kesin olmakla beraber, süresinde şikayet hakkının kullanıldığı hallerde icra mahkemesi kararının ihalenin feshi aşamasında incelenmesinin mümkün olduğu, ancak yasanın öngördüğü bu olanağı kullanmayanların aynı şikayet nedenleri ile ihalenin feshini talep edemeyeceği (Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 31/01/2022 tarih ve 2021/11821 E, 2022/829 K sayılı kararı), şikayetçi borçlunun satışa hazırlık işlemlerini en geç 05/07/2022 tarihinde satış ilanının kendisine tebliği ile öğrendiği, tebliğ tarihinden itibaren süresi içerisinde satışa hazırlık işlemlerine yönelik şikayette bulunmadığı gibi kıymet takdirine itiraz da etmediği, şikayet bölümünde ileri sürdüğü şikayet sebeplerinin ihalenin feshi nedeni olarak değerlendirilmediği, 26/08/2022 şikayet tarihinde yürürlükte bulunan İİK’nun 134/8.maddesi gereğince ihalenin feshini şikayet yolu ile talep eden ilgilinin vaki yolsuzluk neticesinde kendi menfaatinin muhtel olduğunu ispata mecbur olduğu, yerleşik Yargıtay uygulamasına göre ihale bedelinin en az muhammen bedel kadar olması halinde ihalede zarar unsurunun gerçekleşmediğinin kabulünün gerekeceği (Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 21/10/2021 tarih ve 2021/9076 E, 2021/9384 K sayılı ilamı), icra dosyasına göre şikayet konusu taşınmazın satış bedeli 1.100.000,00 TL olup, kıymet takdiri ile belirlenen 520.000,00 TL muhammen bedelin üzerinde olduğu, şikayetçinin dava konusu ihalenin feshi isteminde menfaatinin ne suretle muhtel olduğunu ispatlayamadığı, bu durumda zarar unsurunun gerçekleşmediği, şikayetçinin ihalenin feshini istemekte hukuki yararı bulunmadığından yargılama giderlerinden sorumlu tutulması gerektiği yönündeki gerekçeyle “Konusuz kalması sebebiyle şikayetin (ihalenin feshi isteminin) esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, Şikayet konusuz kalmış olup, ihalenin feshi isteminin reddine karar verilmediğinden ve ihalenin feshi isteminde zarar unsuru gerçekleşmediğinden İİK’nun 134/11. maddesi uyarınca şikayetçinin para cezası ile mahkumiyetine yer olmadığına, Yasal dayanağı bulunmadığından davalı alacaklı vekilinin tazminat talebinin reddine” karar verilmiştir.
    Şikayetçi borçlu vekili istinaf dilekçesinde; ihalenin usulüne uygun yapılmaması, haksız ve hukuka aykırı olması nedeni ile dava açıldığını, davalı Uğur Ercan tarafından ihale bedeli süresi içerisinde yatırılmadığından ihalenin iptal edildiğini, mahkemece konusuz kalan davada karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğini, HMK’nun 331/1 maddesi gereğince yargılama giderlerinden sorumluluk konusunda yaptığı değerlendirmede; ihale bedelinin muhammen bedelin üstünde olması nedeni ile zarar unsurunun gerçekleşmediğinin ve müvekkilinin menfaatinin bulunmadığı kabul edilerek müvekkilinin davanın açılmasında haksız olduğuna hükmedildiğini, yapılan tespit ve değerlendirmenin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, dava konusu takibe ilişkin menfi tespit davasının devam ettiğini, müvekkilinin menfaati olmadığı değerlendirmesinin kabul edilemeyeceğini, taşınmazın rüçhanlı alacaklar ve satış masraflarından az olmamak üzere ihale edilmesi gerektiğini, muhammen bedel ihale bedelinden çok düşük olduğu halde ihale yapılmasının açıkça kanuna aykırı ve haksız olduğunu, dava açılmasında müvekkilinin dava tarihi itibari ile haklı olduğunu belirterek mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
    Uyuşmazlık; ihalenin feshi istemine ilişkin şikayet niteliğindedir.
    Takip dosyasının incelenmesinde; Erzurum 1.İcra müdürlüğünün 2017/5902E. sayılı dosyasında alacaklı tarafından borçlular aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip başlatıldığı, ipotek konusu Ankara İl, ………İlçesi, 304ada 16 parsel 2. Kat 6 nolu bağımsız bölümün tapuda şikayetçi adına kayıtlı olduğu, satış için talimat yazılan Ankara Gayrimenkul Satış İcra Müdürlüğünün 2012/131 Tal. sayılı dosyasında 17.03.2022 tarihli kıymet takdirinde taşınmaza 520.000,00 TL değer takdir edildiği, 24.06.2022 tarihli satış kararına istinaden taşınmazın bu bedel üzerinden satışa çıkarıldığı ve 23.08.2022 tarihli 1. satış gününde 1.100.000,00 TL’ye ………Ercan’a ihale edildiği, icra müdürlüğünce alınan 09.09.2022 tarihli kararda satışa karar verilen mahcuzların belirtilen artırma teklif verme süresi sonunda; en yüksek teklif verenin, ihale bedelini yatırmaması nedeniyle ihalenin iptal edildiğinin ve malların ihalesinin 2.ihale tarih ve saati arasında yeniden yapılmasına karar verildiği, 20.09.2022 tarihli 2. satış gününde ise taşınmazın 701.000,00 TL bedel ile …..Güneş’e ihale edildiği, 05.10.2022 tarihli arttırma sonuç tutanağında satışa karar verilen mahcuzun belirtilen arttırma teklif verme süresi sonunda; en yüksek teklif verenin, ihale bedelini yatırmaması nedeniyle yapılan 2. ihalenin iptali ile İİK’nun 115/3 maddesi uyarınca hak sahiplerine ödenmek üzere teminatın dosyada tutularak satışın düşürülmesine karar verildiği görülmüştür.
    7343 Sayılı Kanun’un 17. maddesi ile değişik 2004 Sayılı İİK.’nın “ihalenin yapılması” başlıklı 115. maddesinde;
    Birinci ve ikinci ihale, icra müdürü tarafından, ilanda belirlenen gün ve saatte, haczedilen malın muhammen kıymetinin yüzde ellisi üzerinden başlatılır. Şartların yerine gelmesi hâlinde mal, en yüksek teklif verene ihale edilir. Şu kadar ki, artırma bedelinin haczedilen malın muhammen kıymetinin yüzde ellisi ile o malla güvence altına alınan ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından hangisi fazla ise bu miktarı ve ayrıca bu miktara ilave olarak paraya çevirme ve paylaştırma masraflarını da geçmesi şarttır.
    Artırmanın sona erdiği gün ve saatte şartların bulunması hâlinde, mal en yüksek teklif verene ihale edilmiş olur ve malın mülkiyeti ihale alıcısına geçer.
    İhale alıcısının en yüksek teklifi verip de süresi içinde ihale bedelini yatırmaması hâlinde alınan teminat iade edilmeyip öncelikle satış masraflarından düşülmek üzere hak sahiplerine alacaklarına mahsuben ödenir.
    İcra müdürü, elektronik satış portalında artırma bittikten sonraki ilk iş gününde artırmanın sonucuyla ilgili bir artırma sonuç tutanağı düzenler ve bu tutanaktaki bilgileri aynı gün satış portalında ilan eder. Tutanakta; ihalenin hangi gün ve saatte tamamlandığı, şartlar yerine gelmişse en yüksek teklifi verene malın ihale edildiği, tutanağın ilanından itibaren yedi gün içinde ihale bedelinin icra dairesi hesabına yatırılması gerektiği ve şartlar yerine gelmediği takdirde ihalenin hangi gerekçeyle yapılamadığı belirtilir.
    Satış talebi teklif verme başladıktan sonra geri alınamaz. Teklif verme süresinin bitimine kadar borcun tamamen ödenmesi hâlinde satış durdurulur.
    İcra müdürü, asgari ihale bedelinin teklif edilmediği, en yüksek teklif verenin ihale bedelini yatırmadığı veya teklif verme süresinin bitiminden önce borcun ödendiği hâllerde, ihalenin yapılamadığını veya iptal edildiğini tutanakla tespit eder. Asgari ihale bedelinin teklif edilmediği veya en yüksek teklif verenin ihale bedelini yatırmadığı hâllerde ikinci artırma, birinci artırmadaki şartlar çerçevesinde daha önce ilan edilen tarihte başlar.
    Artırmada, alıcı çıkmazsa veya bu maddede yazılı şartlar gerçekleşmezse alacaklı, önceki satış talebinden kalan satış isteme süresi içinde satış günü verilmesini talep edebilir. Satış isteme süresi satış talebiyle birlikte durur ve duran bu süre, ihalenin yapılamadığına veya iptal edildiğine ilişkin tutanak tarihinden itibaren kaldığı yerden işlemeye başlar.
    İcra müdürü, artırma bittikten sonraki ilk iş gününde elektronik satış portalından kaynaklanan teknik sebeplerle, artırmanın son on dakikası içinde teklif verilemediğini satış portalı kayıtlarından tespit ederse artırma süresinin bir gün uzatılmasına karar verir; kararda artırmanın başlayacağı ve biteceği tarih ve saatleri gösterir ve tüm bu hususları satış portalında derhâl duyurur. Bu durumda artırmanın başlangıç tarihi, artırma süresinin uzatılmasına karar verildiği tarihten itibaren üç günü geçemez. Bu süre içinde, daha önce en yüksek teklif veren teklifiyle bağlı olacağı gibi yeni istekliler de teminatı yatırmak suretiyle artırmaya katılabilir” hükmü düzenlenmiştir.
    30/11/2021 tarihinde yürürlüğe giren 7343 sayılı Kanun’un 32.maddesi ile 2004 sayılı İİK’nın 133. maddesi ilga edilmiş ise de İİK’nın Geçici 18. maddesinde;
    “…87, 88, 106, 110, 111/b, 114, 115, 118, 124, 126, 127, 129, 130, 133, 242 ve 244 üncü maddeler ile 134 üncü maddenin dokuz ve onuncu fıkralarında bu maddeyi ihdas eden Kanunla yapılan değişikliklerin uygulanmasına Adalet Bakanlığınca belirlenen il veya ilçelerde, 111/b maddesinin uygulanmasına ilişkin yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlanır ve bu değişiklikler en geç bir yılın sonunda ülke genelinde uygulanır. Değişikliklerin hangi il veya ilçede ne zaman uygulanacağı Adalet Bakanlığının resmi internet sitesinde duyurulur. Bu değişikliklerin uygulanmasında aşağıdaki esaslar dikkate alınır: ………….
    3.Uygulamaya geçilen il ve ilçelerde, taşınır rehninin veya ipoteğin paraya çevrilmesi, iflas tasfiyesi ve ortaklığın giderilmesine ilişkin satışlar bakımından, geçiş tarihinden sonra ilanı yapılacak açık artırmalar hakkında bu maddeyi ihdas eden Kanunla değiştirilen ve ihdas edilen hükümler uygulanır. Geçiş tarihinden önce ilanı yapılmış açık artırmalar hakkında ise değişikliklerden önceki hükümler ile ilga edilen hükümlerin uygulanmasına devam olunur……” düzenlemesi getirilmiştir.
    Dairemizce yapılan değerlendirmeler neticesinde; HMK.’nın 355. maddesine göre istinaf incelenmesinin dilekçede belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılabileceği, ancak kamu düzenine aykırılık hallerinin resen gözetilebileceği, yasada öngörüldüğü şekilde geçiş tarihi itibariyle ilanı yapılacak satışlar hakkında elektronik satış uygulamasına geçilen mahallere ilişkin Adalet Bakanlığınca yayınlanan listeye göre Ankara ili ve ilçelerinde uygulamaya 01.06.2022 tarihinde geçildiği, somut olayda satış kararının 24.06.2022 tarihinde alındığı dikkate alındığında söz konusu madde uyarınca değişikliklerin somut olayda uygulanmasının gerektiği, bu kapsamda mülga edilen İİK’nın 133. maddesi kapsamında değerlendirme yapılamayacağı, 23.08.2022 tarihli 1. satış gününde taşınmazın ihalesinin yapıldığı, ancak belirlenen sürede ihale bedelinin yatırılmaması nedeniyle icra müdürülüğünce alınan 09.09.2022 tarihli kararda satışa karar verilen mahcuzların belirtilen artırma teklif verme süresi sonunda en yüksek teklif verenin ihale bedelini yatırmaması nedeniyle ihalenin iptal edildiğinin ve malların ihalesinin 2.ihale tarih ve saati arasında tekrar yapılmasına karar verildiği, yukarıda açıklandığı üzere 133. maddenin mülga olduğu da dikkate alındığında şikayet konusu edilen 23.08.2022 tarihli ihalenin feshi talebinin de konusunun kalmadığı, dosya kapsamı, ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vaka ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık olmadığı ve hükümde kamu düzenine aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından şikayetçi borçlu vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
    HÜKÜM: Yukarıda açıklanan sebeplerle;
    Şikayetçi borçlu vekilinin Ankara 13 .İcra Hukuk Mahkemesinin 22/09/2022 tarih ve 2022/464 E. 2022/631 K.sayılı kararına yönelik istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan REDDİNE,
    Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
    Yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına,
    Dair, İİK.nın 364, 366 ve 7035 Sayılı Kanun’un 31.maddesi ile değişik HMK.nın 361/1 maddeleri gereğince kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içinde temyiz yolu açık olmak üzere dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu 29/12/2022tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

  • Kira parasının tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile belirgin hale gelen kira farkı alacağına, ayrıca ihtara gerek kalmaksızın, kira tesbit kararının kesinleştiği tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerekeceği hakkkında İçtihadı Birleştirme Kararı

    Kira parasının tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile belirgin hale gelen kira farkı alacağına, ayrıca ihtara gerek kalmaksızın, kira tesbit kararının kesinleştiği tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerekeceği hakkkında İçtihadı Birleştirme Kararı-

    Avukat H. Ö. imzalı 5.10.1993 günlü dilekçe ile (kira paralarının mahkemece tesbit olunması halinde kira farkı alacağına hangi tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerekeceği konusunda) Yargıtay Dördüncü, Onikinci ve Onüçüncü Hukuk Daireleri kararları arasında aykırılık bulunduğu ileri sürülerek, aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesinin istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nca konu incelenmiş ve (kira tesbitine ilişkin ilam ile belirlenen kira parasına hangi tarihten itibaren faiz yürütüleceği; temerrüt ihtarına gerek bulunup bulunmadığı konusunda…, meydana gelen içtihat aykırılığının İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nda giderilmesi gerektiğine) 21.4.1994 gün 30 sayı ile karar verilmiştir.

    Konu böylece Yargıtay Kanununun 45. maddesi uyarınca İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nda incelenmiş ve kararlar arasında içtihad aykırılığının varlığı ilk oturumda ve oybiliğiyle kabul edilerek işin esasının görüşülmesine geçilmiştir.

    Dördüncü Hukuk Dairesi’nin 20.12.1974 gün ve 7861/17141 sayılı kararında “-Kira tesbiti kararı kesinleşinceye kadar geçen döneme ilişkin kira farklarının adi alacağa dönüşüp, buna direnme faizi yürütülemeyeceği görüşü yasaya aykırıdır. Esasen sözleşmede kira alacaklarında olduğu gibi yanlar kesin önel belirtmemiş olsalar bile, bir alacağın ödenmesi zorunluluğu bir ilamın buyruğuna dayanan durumlarda, alacağa faiz yürütülmesi gerekir. O halde mahkemece ihtara hacet kalmadan hükmün kesinleştiğini kabul ettiği tarihten başlayarak faiz yürütülmelidir-” denilmektedir.

    Onikinci Hukuk Dairesi 27.9.1993 gün ve 7706/14084 sayılı kararında; “kesinleşen kira tesbit kararına dayanılarak talep edilen kira farkları için kararın kesinleşme tarihinden itibaren faiz istenebileceği, kesinleşme tarihinden önceki dönem hakkında faiz istenemeyeceği” sonucuna varılmıştır.

    Onüçüncü Hukuk Dairesi’nin 4.6.1992 gün ve 4455/5203 sayılı kararında; “12.11.1979 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca kira tesbit ilamlarının kesinleşmesinden sonra kira bedelinin muaccel hale geleceği, temerrüdün oluşması için ayrıca ihtar gerekeceği, davacının ihtar üzerine kira farkı ödendiğinden temerrüt oluşmaması sebebi ile tesbit tarihinden itibaren faiz istenemeyeceği” esası benimsenmiştir. Üçüncü Hukuk Dairesi’nin 2.2.1993 gün ve 16372/1211 sayılı kararı da aynı mahiyettedir.

    Borçlar Kanununun 103. maddesine göre, para borçlarından temerrüt halinde borçlu (temerrüt faizi) ödemek mükellefiyeti altındadır.

    Kanun,borçlunun temerrüde düşmüş sayılması için, muaccel olmasını yeterli bulmamakta ve prensip itibariyle alacaklının, borcu muaccel borçluya borcu ödemesini ihtarda bulunmasını aramaktadır (Borçlar Kanunu m. 101 f.1). Bu prensibin dışında kalan ve ihtara lüzum bulunmayan haller ise 101. maddenin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Bunlar, “tarafların borcun ifa edileceği günü açıkca tayin etmeleri, ifa gününün tayinin taraflardan birine bırakılması veya sözleşmede temerrüt için ihtara lüzum bulunmadığından kararlaştırılması halleri”dir.

    Ancak Borçlar Kanununun 101. maddesinin 2. fıkrasında yer almamış olmamakla beraber, doktrin ve uygulamada; ihtar yapılmasının dürüstlük kuralına göre beklenemeyeceği veya alacağın bir mahkeme kararına dayandığı hallerde de “borçlunun ihtara lüzum kalmadan temerrüde düşeceği” kabul edilmektedir (Prof. Dr. M. K. O.man – Doç.Dr. M. T. Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, F. Kitabevi 1993, sh. 918 ve 919; Dördüncü Hukuk Dairesi’nin yukarıda özetlenen 20.12.1974 tarihli kararı).

    Kararlar arasındaki uyuşmazlık, kira tesbitine ilişkin ilam ile saptanan kira parasına değil, kira farkı parasına hangi tarihten itibaren faiz yürütülebilecğine ilişkin bulunmakla; içtihadı birleştirmenin kapsamını “kira farkı alacağı” ile sınırlandırılmıştır.

    12.11.1979 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararının gerekçesindeki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, kira farkı alacağının, kiranın tesbiti kararının verildiği günde mi, yoksa kararın kesinleştiği günde mi ödenmesinin istenebileceği konusunda çıkan içtihat uyuşmazlığı söz konusu idi. İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nca; “kira farkının mahkemede dava edilebilir veya icrada takip edilebilir hale gelmesi için, miktarının belli olması gerektiği… bu belirginliğin ise ancak kira tesbitine ilişkin kararın kesinleşmesiyle oluşabileceği ve kiracının edayı yerine getirme borcunun da o zaman gelmiş sayılabileceği” benimsenmiş ve sonuçta “-kiranın tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile tesbit edilen kira farkı alacağının ifa zamanının gelmiş sayılması için sadece alacaklının borçludan edada bulunmasını isteyebileceği zamanın gelmiş bulunması yeter olmayıp, aynı zamanda o kararın kesinleşmesi gerektiğine-” karar verilmiştir.

    Görüldüğü üzere 12.11.1979 günlü içtihadı birleştirme kararı ile, kira tesbitine ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarihte kira farkı alacağının belirgin ve muaccel hale geleceği kabul edilmiştir. Bu içtihadı birleştirme kararı ve BK’nun 101/1. maddesi hükmü karşısında, kira farkı alacağını tesbite ilişkin mahkeme kararının  kesinleştiği tarihten önceki bir zaman diliminden itibaren faiz yürütülemeyeceği gerçeği ortadadır. Ancak içtihadı birleştirme kararında, muaccel hale gelen kira farkı alacağına faiz yürütülebilmesi için ihtar şartını zorunlu kılan bir ilke öngörülmüş değildir.

    Kira tesbiti kararının kesinleşmesine kadar geçen döneme ait kira farkları adi alacağa dönüşmez. Tesbit kararı kesinleşmiş olmakla da, kira farkı alacağı belirgin ve muaccel hale gelmiştir ve kiracı bu olguları bilmek durumundadır. Kira farkı alacağının kesinleşen mahkeme kararına dayanması ve niteliği itibariyle, ayrıca ihtara gerek kalmaksızın, mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren (talep halinde) kira farkı alacağına faiz yürütülmelidir. Benimsenen bu istisnai hal aynı zamanda medeni kanunun 2. maddesinde öngörülen ve re’sen gözetilmesi gereken dürüstlük kuralının da bir sonucudur. II nolu bendde de açıklandığı gibi, “ihtar yapılmasının dürüstlük kuralına göre beklenemeyeceği hallerde de borçlunun ihtara gerek kalmadan temerrüde düşeceği, borcun ifa edileceği tarihi alacaklı değil, borçlu bilebilecek durumda ise, dürüstlük kuralının temerrüt için ihtarı gereksiz kılacağı” doktirinin de baskın görüşüdür. Aksinin kabulü ise, kötü niyetli kiracıya fırsat yaratırken, iyi niyetli kiralayanı kiracının insaf ve keyfiyetine terk sonucunu hasıl edebilir. Esasen medeni kanunun 4. maddesi uyarınca hakim, adalete uygun karar vermeye çağırılmaktadır. O, menfaatlerin doğru ve adil bir muvazenesini yapmak ve gerçekleri gözetmekle yükümlüdür.

    SONUÇ: Kira tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile belirgin hale gelen kira farkı alacağına, ayrıca ihtara gerek kalmaksızın, kira tesbiti kararının kesinleştiği tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerektiğine, 24.11.1995 gününde ve üçüncü toplantıda oyçokluğuyla karar verildi.

    13. HD. Başkanı A.İ. A.’ın karşı oy yazısı:

    Sağlıklı sonuca kavuşabilmek için öncelikle para borçları bakımından borçlu temerrüdünün oluşum koşulları üzerinde durulmalıdır.

    Bütün borçlar açısından olduğu gibi; para borçlarında da temerrüdün temel koşulu geçerli bir borcun “muaccel” hale gelmiş bulunmasıdır. “Muacceliyet” alacaklının edimi isteyebileeği ve borçlunun da edimi yerine getirmekle yükümlü olduğu andan itibaren gerçekleşir. Diğer bir anlatımla; alacaklının ödemeyi isteyebileceği, borçlunun ise ödemede bulunmaktan kaçınamayacağı zamanın gelmiş olmasıdır. Muacceliyet kavramının hududu çizilirken önemli olan husus konuya sırf “ZAMAN” unsuru yönünden yaklaşıldığıdır. Muacceliyetin oluşması ile alacaklı ödemeyi talep hakkını kullanabilmek için artık bir süre daha beklemek zorunda kalmayacak, borçlu da ödemeyi bir süre daha geciktiremeyecektir.

    O nedenle, borun muaccel olması ile alacağın cebren tahsile elverişli hale gelmesi birbirinden tamamen farklı hususlardır. Bu iki durumun her zaman bir arada bulunması zorunlu değildir. Borcun muacceliyeti zaman unsuru ile ilgili olup, taşıdığı anlam ve yerine getirdiği fonksiyon itibariyle “İFA ZAMANI” kavramını, ilgilendirir; Muacceliyetin gerçekleşmesiyle birlikte alacaklı ödeme talebinde bulunma yetkisini kazanır (Bknz: Nami Barlas, Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar İst. 1992 sh: 22).

    Borçlunun temerrüdünün doğması için “borcun muaccel olması” ana şartı yanında, ayrıca alacaklının ihtarı gerekir (BK. mad. 101/1).

    Alacaklı, ödeme talebinden ibaret iradesini, borçluya yönelteceği bu ihtar ile biçimlendirerek ciddi ve kararlı bir şekilde borçludan ediminin ifasını isteyecektir.

    B.K. 101/1.de getirilen ihtar sistemi ile borçluyu koruyan bir fonksiyon amaçlanmış, onun pek sert ve zararlı muamele ve neticeye uğramaktan korunması istenmiştir.

    Gerçekte de; borç muaccel olur olmaz alacaklının aniden hazırlıksız bir şekilde borçluya müracatı; adalet, amme vicdanı ve ahlak kurallarına ters sonuçlar yaratabileceği gibi, borçlu temerrüdün ağır sonuçlarıyla da karşı karşıya bırakılmış olur.

    Büyük Hukukçu Von tuhr “kural olarak temerrüt ve bunun borçlu için olan zararlı sonuçları, alacağın muacceliyetinden itibaren değil, ancak alacaklının ihtarda bulunmak suretiyle edayı kabule hazır olduğunu borçluya bildirmesinden itibaren husule gelir. Borçlu edayı yerine getirmeye ihtarla zorunlu tutulmalıdır” demek suretiyle ihtarın önem ve gerekliliğine açıkca işaret etmiştir (Bkz. Von tuhr: Borçlar Hukuku, Cevad Edege Tercümesi sh. 650).

    O nedenle sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihsel bir gelişim içinde yılların hayat deneyimlerince olumlu olumsuz yönleri düşünülerek düzenlenen BK. 101/1’nci maddesindeki temerrüt için alacaklının ihtarının şart kılınması öyle rahatlıkla dışlanacak bir kural değildir. Bunlardan sonra, kiranın tesbitine ilişkin ilamın hukuki niteliği, özellikle bunun ihdas edilen borcun muacceliyet ve temerrüt açısından hüküm ve sonuçlarının nelerden ibaret olduğunun değerlendirilmesine sıra gelmiştir. Esasen bu yönde 18.11.1964 T. 2/4; 7.7.1965 T. 5/5; 21/11, 1966 T. 9/10 sayılı Yargıtay T.i İçtihatları ile bu T.i İçtihatları bünyesinde toplayan ve onlara açık atıflar da yaparak sonuca kavuşan 12.11.1979 T. ve 1979/1-E; 1979/1-E; 1979/3-K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararları meseleyi tamamen çözümlemişlerdir.

    Hemen belirtelim ki, bir tevhidi içtihadın gerekçesi ile sonuç bölümü arasında sıkı organik bağlar bulunması halinde, gerekçelerin de sonuç gibi kesin bağlayıcı sonuçlar yaratacağı Yargıtay’ın sapma göstermeyen içtihatlarındandır. 1979 tarihli tevhidi içtihatta da bu bağlantı izlenmekte olup gerekçe ile sonuç arasında ayrılmaz şekilde tamamlayıcı birlik kurulduğu, gerekçenin doğrudan sonucu meydana getirdiği çok açık bir şekilde görülmektedir. O nedenle, sözü edilen tevhidi içtihat, hem gerekçe hem de sonuç yönünden olayımızı bağlayıcıdır. Etkisi yönünden yasa kuvvetine sahip tevhidi içtihatlarda benimsenen hukuki kavram ve sonuçların diğer bir tevhidi içtihatla kaldırılması ve tam tersi görüşlerle çözüme gidilmesi tehlikeli ve sakıncalıdır. Hukukta istikrar ve güveni dolayısıyla, kamu düzenini bozacağı için çok önemi haizdir. Oysa aşağıda açıklanacağı üzere 1979 tarihli T.i İçtihatın aksine düşünceler benimsenerek bu tehlikeli yol yeğlenmiştir. Bu durumun daha somut bir şekilde açıklanması için 1979 tarihli İçtihatta 12’nci Hukuk Dairesinin azınlıkta kalan görüşü ve çoğunluğun benimsendiği hukuki tanım ve kurallar ile sonucun belirtilmesinde yarar vardır. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin görüşü; “Kiranın tesbiti isteği bir dava olup,bu dava sonunda taraflara verilen örneklerin hüküm fıkrasında eda hükmünü taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın ilam sayılması gerektiği, bu nedenle böyle bir ilama dayanan infaz isteğinin onun kesinleşmesine bağlı olup olmadığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 443. maddesi hükmüne göre çözümlenmesinin zorunlu olduğu, sözü edilen maddede taşınmaz mala ve buna ilişkin haklara, nafaka hükümleri hariç aile ve şahsın hukukuna dair hükümlerin kesinleşmedikçe ve bunun sonucu olarak o ilama dayanılarak alacağın ancak kesinleşme ile muaccel hale geleceğinden söz edilerek, infazı kesinleşme şartına bağlı saymanın yasal dayanağı bulunmadığı ve ilamda kiranın artırma günü gösterilmiş ve bu güne göre belli bir süre geçmişse alacağın ayrıca bir ihtara hacet kalmaksızın muaccel hale geleceği, bu nedenle ilamda yazılı arttırma gününden itibaren geçmiş aylara ait kira farkının alınmasında ve ihtar süresi içinde ödenmediği takdirde tahliyenin sağlanması amacıyla borçlu aleyhine takip açılmasında ve borçluya İ.İ.K.nun 269. maddesi uyarınca ihtarlı ödeme gönderilmesinde yasalara aykırı bir yön bulunmadığı” şeklindedir. Buna karşın çoğunluk; “tesbit davası eda davasının öncüsü durumundadır. Henüz şartları tamamlanmadığı için açılamayan eda davası için ilerdeki hukuki ilişkinin belli edilmesi bakımından kesin delil olarak kullanılmak üzere tesbit davası açılabilir. Tesbit davası ilerde açılacak ve fakat henüz şartları bulunmadığından açılamayan kira alacağını hazırlamak amacını güder. Tesbit davası sonunda yalnız tesbit hükmü verilir. Eğer tesbit hükmüne rağmen davacının hakkını davalı vermezse, o zaman davacı eda davası açmaya mecbur kalacaktır. Böylece eda davası da tesbit davasında taraf olan kişi aleyhine açılmışsa tesbite ilişkin kesinleşmiş karar kesin bir delil teşkil edecektir. Kiranın tesbitine ilişkin mahkeme kararları icrai kuvvete sahip değillerdir. Kararda yeni kiranın hangi günden itibaren geçerli olduğu belirtilmiş olsa bile ilamların icrası yoluyla takip yapılamaz. İlamsız icra takibi yapılabilir ve borçlu itiraz ederse Tetkik Merciinden itirazın kaldırılması istenebilir. Bu durumda, kiranın tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile tesbit edilen kira farkı alacağının ifa zamanının gelmiş sayılması için sadece alacaklının borçludan edada bulunmasını isteyebileceği zamanın gelmesi yeterli olmayıp, aynı zamanda o kararın kesinleşmiş olması gerekir” demek suretiyle sonuca kavuşmuştur (Ayrıca Bkz. B. Kuru – Tesbit Davaları sh. 104-105; İİK. mad. 24 İİK. mad. 68).

    T.i İçtihadın bu gerekçe ve sonucundan da anlaşıldığı şekilde; kira tesbitine ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesiyle tesbit edilen kira farklı alacağının sadece ifa zamanının geldiği, kira parasına yönelik edayı talep hakkının doğmuş olduğu ve dava edilebilir hale geldiği tesbit edilmiştir. Temerrüt ise hiç düşünülmemiş, böylece borcun muaccel olması ile alacağın bir mahkeme kararıyla da elverişli hale gelmesinin birbirinden farklılığı isabetle gözönünde tutulmuştur.

    Görüldüğü gibi; 1979 tarihli T.i İçtihatta azınlıkta kalan 12. Hukuk Dairesinin görüşü bu defa çoğunluk görüşü olarak kabule şayan görülmüştür. Dahası 1979 tarihli T.i İçtihatta “kira farkının ancak kararının kesinleşmesiyle sadece muaccel hale gelebileceği” kabul edilmesine rağmen, bu kez bu sınırlama aşılmış, kesinleşmeyle temerrüdün de oluşacağı sonucuna maalesef varılmıştır. Bu durum hukuki emniyet ve kararlılığı; tevhidi içtihatların bağlayıcılık unsurunu zedelemiştir. Tehlikeli ve yanlış bir kapının aralanmasına sebebiyet verilmiştir.

    Müzakerelerde çoğunluğun görüşüne egemen olan düşünce; “hakim kararı ile kiracı borcunu öğrenmiş ve bilmektedir, o nedenle temerrüt için alacaklının ihtar keşide etmesini beklemek MK. 2’nci maddesindeki objektif iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz” şeklinde belirtilmiştir. Görüldüğü üzere “borcun bilinmesi” ile “temerrüt” hukuki kavramı eş anlamda mütalaa edilerek, yanlış noktadan hareket edilmiştir. Borcun bilinmesi, onun ne muaccel olmasına yol açar ne de temerrüdü oluşturur. Önemli olan borcun ne zaman ödeneceğinin tahakkuku ile ihtardan sonra borçlunun direngen olmasıdır.

    Ancak B.K.nun 100/II maddesine göre; bazı istisnai hallerde borçlu ihtara lüzum kalmadan mütemerrit olur ki, bu hallerden biri de dürüstlük kuralına göre ihtarın fuzuli telakki edilebilmesidir. Ne var ki B.K. 101/2. maddesi “ifa gününün akitte taraflarca kararlaştırılmış olmasına” matufdur. Fakat vade akitte değil de kanunda veya mahkeme kararında saptanmış bulunuyorsa temerrüdün meydana gelmesi için yine ihtara gerek vardır ve B.K. 101/1. madde uygulanması zorunludur (T.ay-Akman-B.oğlu-Altop sh. 1228; F.oğlu sh. 236; Y.H.G.K. 8.4.1964 T. E., 3-34; K-12, 4.11.1981 T. E:9/427; K:819).

    Öte yandan Medeni Kanunun 2’nci maddesindeki dürüstlük (objektif hüsnüniyet) kuralı ancak kanunda ya da ilmi ve kazai içtihatlarda özel bir kural bulunmadığı alanlarda uygulanabilir. Buna dürüstlük kuralının “ikinciliği” (taliliği) prensibi adı verilir (Prof. Dr. Merz. “Bern Şerhi” 1962, Cilt I. sh. 239, N.49; Prof. Dr. İ. Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları, Cilt 4, 1984, İstanbul sh. 435).

    Özel kanun hükümleri objektif, gerçek anlam ve değerlerini korurkan, tamamen ihmal edilerek doğrudan doğruya dürüstlük kuralına dayanılması genel hükmün özel hükme üstün tutulması gibi sakıncalar yaratır.

    J.W. Hedemann; “Umumi Kaidelere Kaçış, Hukuk ve Devlet için Tehlike” adlı yazısında, “yargı kararlarının hukuki uyuşmazlık ve sorunları, sadece umumi kaidelere (objektif hüsnüniyet, hakkın suistimali, ahlak; amme intizamı vs.) yollama yapmak suretiyle, çözümlenmeye çalışılmasından doğan tehlikelere dikkat çekerek, bu şekilde çözümleme kolaylığına uyulursa, hukuk ilmi ve hukuki emniyetin ortadan kalkacağını” önemle ifade etmektedir (Ord. Prof. Andreas B. Schwarz. Borçlar Hukuku Dersleri, Cilt I. İstanbul 1948; Çeviren Doç. Dr. B. Davran sh. 324 Not; 27, Sungurbey age, sh. 436).

    Yine Schwarz, (Medeni Hukuka Giriş, Çeviren, Dr. H. Veldet, İstanbul-1946, sh. 203/204) eserinde, MK.nun 2. maddesinin uygulanmasında çok ihtiyatlı ve basiretli olmak icap eder. Bu genel hükümleri sık sık uygulamak, yani “hukuki meseleyi, şu keyfiyet hüsnüniyet kaidesi gereğindedir, bu keyfiyet hüsnüniyete karşıdır, şunu talep etmek bir hakkın suistimalidir” diyerek, basit, kolay ve müphem bir takım hakkaniyet duygularıyla çözümlemek tabiatıyla çok mümkündür. Çünkü, nihayet hukuken doğru her çözüm şekli, hüsnüniyete uygun olmak zorundadır ve her haksızlık da bir hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilebilir. Fakat her zaman bu bakımdan hareket edilecek olursa, bundan hukuki kat’iyyetsizlik ve emniyetsizlik doğar. Zira hüsnüniyet ve hakkın kötüye kullanılması, kat’i surette tarifi mümkün olan mefhumlar olmayıp müphem ve geniş bir mahiyet arzeden mefhumlardır. Roma Hukuku’nun doğumundan beri geçen iki bin seneden fazla bir zamandaki gelişmenin neticesi olarak bugünkü kanunlarda ifadesini bulan bütün rasyonel özel hukukun manası, hukuki mes’eleleri sarih olmayan hakkaniyet duygularıyla değil, kesin ve açık kurallarla çözümlemektir. Sadece hüsnüniyet ve hakkın suistimaline dayanan bir hukuk tatbikatı, bu hedefi tehlikeye koyar, işbu iki esasın önemi çok büyüktür, fakat hukuki mes’elelerin halline bunlarla başlamayıp, her mes’eleye ona taalluk eden özel hükmü uygulamak ve bu umumi kaideleri de fevkalade zaruri olan hallerde sırf itmam ve tashih edici bir şekilde uygulamak lazımdır”. Dr. Karl Lorenz’de (Borçlar Hukuku Ders Kitabı) adlı eserinde, yukarıda adı geçen yazarları şu sözlerle doğrulamaktadır.

    “Hukuka yeni başlayanlar Alman Medeni Kanunu 242’ye (Türk Medeni Kanunu 2. maddesi) dayanarak, kanunun özenle gözönünde tutulması ve derinlemesine düşünme çabasından kaçınmak ve çabucak hakkaniyet hükümleri verme tehlikesine karşı ne kadar uyarılsa azdır (Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları Cilt: II, İStanbul-1974, sh. 123, Cilt:V, sh.438).

    Yine, İsviçre-Türk Hukukunda tam bir görüş birliğiyle belirtildiği üzere M.K.nun 2/2. fıkrasındaki hakkın kötüye kullanılması yasağının ikinci derecede ve düzeltici bir görevi vardır. Kanunun doğrudan ya da kıyasen uygulanması mümkün ve gerekli olan kural ve ilkeleri; hakkın kötüye kullanılması yasağından söz edilerek ortadan kaldırılamaz (Prof. Dr. S. Edis, Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç hükümleri, Ankara-1979, sh. 322; Dr. Zahit İmre, Medeni Hukuka Giriş; 3. Bası, İstanbul-1980, sh. 307).

    O nedenle BK. mad. 101/1’nci maddesindeki “ihtar gerekliliği”ne ilişkin çok açık hükme rağmen, içtihat aykırılığının MK. 2. maddesine dayanılarak çözümlenmesi fevkalade isabetsiz olmuştur. Kaldı ki; BK. 101/1. maddesinde getirilen ihtar keşide etme yükümlülüğü, alacaklıya bir zorunluk tahmil ederken, borçluya da ihtarı bekleme hakkı tanınmıştır. Diğer bir anlatımla yasa koyucu, alacaklıyı ihtar gönderme zorunluluğunda bırakırken borçluyu korumak istemiş, bu amaçla maddeyi düzenlenmiştir. Borcun ödenmesi yönünden bir vaadi içermeyen, sırf borcun muaccel olduğunu hükme bağlayan, kira parasının tesbitine ilişkin karar karşısında sadece, BK. 101/1.deki ihtarın gelmesini beklemeye dair yasal hakkın güvenliği içinde bulunan kiracının objektif hüsnüniyet kaidesine aykırı davranış içinde olacağının kabulü mümkün değildir.

    Yine borçlunun ödememe kararlığında olduğu; alacaklının ihtarda bulunmasının veya ihtarın ulaşmasının borçlunun iyiniyete aykırı tutumlarıyla engellendiği şeklinde gerçekten M.K. mad. 2’nin uygulanmasını gündeme getirebilecek somut olgular da, çoğunluk düşüncesinin oluşmasında dayanak alınmamış, her nasılsa münhasıran kararın kesinleşme tarihine tutunularak bir iyiniyet hukukçuluğu zihniyeti ile yanlış bir sonuca kavuşulmuştur. Kesinleşen ilama karşı borçlunun durumu, olsa olsa bir ifa zamanına (borcun muacceliyetine) riayetsizlik olarak belki telakki edilebilir. Bu bağlamda da yasa koyucu borçlunun temerrüde düşmesi için sadece ifa zamanına riayetsizliği kural olarak yeterli bulmamış, ayrıca alacaklı tarafından ihtarı şart saymıştır (BK. mad. 101/1).

    Kira parasının tesbitine ilişkin ilamın kesinleşmesi yani Yargıtay’ın yerel mahkeme kararını onadığı tarihin faiz başlangıcı olarak alınması, uygulamada bir takım adaletsizliklere ve ihtilaflara neden olacaktır. Yargıtay’da bir davanın sonuçlanması tarihinden sonra işlerin yoğunluğu nedeni ile kararın yazımı, imzalanması, postaya verilmesi, postada geçen süreler gözönünde tutulduğunda en iyimser bir düşünceyle dava dosyasının asgari bir aydan evvel mahkemesine dönmesi maddeten mümkün değildir ve her dosya için de bu süre değişebilir. Bu durumda T.i İçtihadın temelini oluşturan “mahkeme ilamını bilme, öğrenme) olgusuyla borçlunun bilgisi dışında oluşan, örneğin bir aylık süredeki olumsuzluk nasıl bağdaştırılacaktır. Bozulacağı düşünce ve inancıyla kararı temyiz eden kiracıya, aksi olabilir. “Yargıtay’a hergün müracaat et, kararın çıkıp çıkmadığını öğren ve takip et böylece ancak faizin önünü kesebilirsin” şeklinde Yargıtay’dan işlemlerin akışını izleme zorunluluğuna itmek hukuka aykırıdır.

    Özellikle kiralayanın kurum olduğu davalarda kira parasının tesbiti ilamında kira farkı olacağı milyarlara baliğ olmaktadır. Bunun tabii sonucu; örneklediğimiz bir aylık süredeki faiz miktarının ağırlığı da gözden kaçırılmamalıdır. Tamamen bilgi ve tutumu dışında oluşan bu faizden kiracının sorumlu tutulması hakkaniyet ve nesafet kurallarıyla bağdaşmayacağı açıktır. Esasen bu aradaki faiz miktarı hukuki bir sebebe dayanmadığı için, kiralayanın haksız iktisabını oluştur- duğunda kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Bu dönemdeki faiz miktarı çok cüz’i kaldığı düşünülse dahi, yine hukuken müsamaha ile karşılanamaz. Hukuk, toplumun her bireyine en küçük değerlerde de olsa nüfuz edebildiği takdirde kurumlaşır ve yücelir. O nedenle hakkın küçüklük ve büyüklüğü azlığı veya çokluğu şeklinde nisbi; izafi kavramlar adaletin dağıtılmasında; gerçekleşmesinde etkili bir unsur olarak ele alınamaz. Kira parasının tesbitine ilişkin binlerce dava sahiplerinin faizden en ucuz şekilde kurtulmak amacıyla taşradan gelerek Yargıtay’a başvurmalarının, sonuç alamayınca tekrar gidip gelmelerinin veya beklemelerinin yaratacağı sıkıntı ve güçlükler ile ekonomik olumsuzluklar ve zaman ısrafı da, sorunların diğer bir yönünü ortaya koymaktadır. Görülüyor ki, BK. mad. 101/1’in özü,metni ve çeşitli yollardan yapılan anlatımlar, çoğunluk görüşüne katılmaya mümkün kılmamaktadır. Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne karşıyım.

    15. HD. Başkanı M.S: Aykonu’nun karşı oy yazısı:

    “Kira parasının mahkemece tespit edilmesi halinde, birikmiş kira farklarına hangi tarihten itibaren temerrüt faizi yürütüleceği” konusunda Yargıtay 12. Hukuk Dairesi ile 13. Hukuk Dairesinin Kararları arasında çıkan içtihat aykırılığı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nca; “kira tespiti kararının kesinleştiği tarihten itibaren faiz yürütüleceği; ayrıca ihtara gerek olmadığı” yolunda birleştirilmiştir. Bu karara aşağıdaki nedenlerle katılmıyorum.

    Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 12.11.1979 günlü ve 1979/1-3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre mahkemece tespit edilen kira farkı alacağı, kararın kesinleştiği tarihte muaccel olur. Bu içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde özetle; “kira tespiti kararının, eda davası sonunda verilen mahkumiyet kararı değil, inşai davalar sonunda verilen kararlara yakın bir nitelik gösterdiği, tespit kararının, icra kuvvetinden yoksun olduğu, eğer sonradan bir eda ve icra istenecekse eda davası açılması ve bu dava sonunda alınacak ilamın icraya konulması gerektiği, tespit kararında yeni kiranın hangi günden itibaren geçerli olduğu belirtilmiş olsa bile ilamların icrası yolu ile takip yapılamayacağı, kiranın tespiti kararında hükmolunan bir para veya eşya bulunmadığı, bu ilamın cebri icra yolu ile infazının sözkonusu olmadığı, eda davası açılırsa tespite ilişkin kesinleşmiş kararın kesin delil teşkil edeceği”, 7.7.1965 günlü ve 5/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde de bu hukuki esasın benimsendiği, “kira farkının mahkemede dava edilebilir veya icra takip edilebilir hale gelmesi için miktarının kesin olarak belli olması gerektiği, bu belirliliğin ise ancak tespite ilişkin kararın kesinleşmesi ile oluşabileceği” açıklanmıştır.

    Yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümü ve sonuç bölümü ile doğrudan bağlantılı olan gerekçesi bağlayıcıdır. Öyle olunca, kira tespit kararının kesinleşmesi, o zamana kadar birikmiş kira farklarının muaccel olmasından başka bir hukuki sonuç doğurmaz. Bu sonucun, mahkeme kararı ile ortaya çıkmış olması, kira paralarını ödeme zamanının geçmiş bulunması, kiracının durumunu bilmesi gibi olgular, kesinleşme anında muacceliyet ile birlikte temerrüdün de gerçekleştiğini göstermez. Çünkü,tespitkararı kesinleşmeden borç muaccel olmadığından, daha önce yapılan ödeme ihtarları ve ödeme günlerinin geçmiş olması, birikmiş kira farkları yönünden kiracının temerrüdüne esas alınamaz. Öte yandan, kiracının borcun muaccel olduğunu bilmesi de temerrüdü için yeterli değildir. Borçlar Kanunu’nun 101. maddesinin 1. fıkrası gereğince muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ilemütemerrit olur. Borcun muaccel olmasından önceki olğular temerrüde esas olamaz. Temerrüdün gerçekleşmesi için ihtarın, borcun muaccel olmasından sonra yapılması gerekir. Bu kuralın tek istisnası 101. maddenin 2. fıkrasındaki, “borcun ifa edileceği günün birlikte tayin edilmiş olması veya muhafaza edilen bir hakka dayanılarak iki taraftan birinin bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tespit etmiş olması” halidir. Bu durumda, sadece bu günün geçmesi ile borçlu mütemerrit olur. Birikmiş kira farklarının ödenmesi için taraflarca önceden kararlaştırılmış bir gün yoktur. Bu nedenle, ihtara gerek vardır.

    Açık kanun hükmü ve bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararı gözardı edilerek, Medeni Kanun’un 2. maddesindeki objektif iyiniyet kuralına dayanılarak, “burada ihtara gerek olmadığı ve tespit kararının kesinleştiği andan itibaren o zamana kadar birikmiş kira farklarına temerrüt faizi yürütülmesi gerektiği” yolundaki sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

    6. HD. Üyesi M. E.’in karşı oy yazısı

    6570 sayılı yasanın 2. ve 3. maddelerinin Anayasa Mahkemesinin 26.3.1963 gün 3/67 sayılı kararı ile iptâl edilmesiyle oluşan yasal boşluğun yasa koyucu tarafından doldurulmaması üzerine, ilki 8.11.1964 ve ikincisi 21.11.1966 günlü İçtihadı Birleştirme Kararı ile, kira parasını hakimin belirlemesi gerektiği, bu davanın eda davasının öncüsü niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. 12.11.1979 gün 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile de “önceki kira bedeliyle tesbit olunan yeni kira miktarı arasındaki kira farkının istenebilir olması için tesbit kararının kesinleşmesi gerektiği” kabul edilmiştir. Artık bu üç İçtihadı Birleştirme Kararından sonra tesbit davasının inşai dava olup olmadığının tartışılmasına gerek kalmamıştır. Özellikle kira tesbiti kararının bir eda kararı olmadığı, o kararın kesinleşmesi ile kiralayanın ifa isteyebilme hakkı kazandığı, gerektiğinde alacak davası açmak ya da, icra takibi yapmak zorunda kalabileceği açıktır. Bu esaslarda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

    Temerrüt faizinden söz edebilmek için,

    1- Miktarı belli ve muayyen olan bir borcun doğmuş olması,

    2- Bu borcun muaccel hale gelmesi,

    3- Borçlunun bu borcu ödememekte direnmesi, şeklindeki şartların gerçekleşmiş olması zorunludur. Bu üç şartın gerçekleşmesinden sonra direnme (temerrüt) faizi işlemeye başlayacaktır. Bu bakımdan temerrüdün ne zaman oluşacağı öncelikle ve açıkca saptanmalıdır.

    Borçlar Kanununun 101. maddesi muaccel bir borcun borçlusunun ihtarla mütemerrit kılınabileceğini asıl kural olarak kabul edilmiştir (B.K. 101/1.). Ancak B.K. 101/2 maddede belirtilen hallerde, ihtara gerek olmadan temerrüt gerçekleşecektir.

    Bu noktada, kira tesbiti kararından sonra, faiz başlangıç zamanının doğru olarak tayin edilebilmesi için, kesinleşmiş tesbit kararı ile oluşan iki ayrı durumu gözönünde bulundurmak lazımdır.

    Birinci hal, “tesbit kararının kesinleşmesinden sonra ödeme zamanı gelecek kira borçları”, ikinci hal ise, “kesinleşmeden önceki devrede birikmiş kira farkları borcu”dur.

    “Kesinleşmeden sonra ödeme zamanı gelecek kira borçlarının ne zaman ifa edileceği” kira sözleşmesiyle tayin edilmiş olduğundan, o günün bitmesiyle tesbit olunan miktardaki kira borcu için kiracı mütemerrit olacak (B.K. 101/2) ve faiz işlemeye başlayacaktır.

    “Kira tesbit kararı ile saptanmış yeni miktarın geçerli olacağı gün ile kararın kesinleşme günü arasında birikmiş hale gelen kira farkları toplamı” için durum tamamen farklıdır. O dönem için kira paralarının ödeme zamanları çoktan geçmiştir. Tesbit kararının kesinleşmesi ile kira farkları tutarı yeni bir borç olarak ortaya çıkmış, belli bir muayyen hale gelmiştir. Yeni doğan bu borcun ifası hakkında mahkeme kararı bulunmadığı gibi, kiralayan ile kiracının birlikte kararlaştırdıkları bir tarih de mevcut değildir. Böyle bir kararlaştırma, ancak tesbit kararının kesinleşmesinden sonra tarafların görüşmeleri ile mümkün olabilir. “Muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihtarda bulunmak suretiyle tesbit etme” (B.K. 101/2) hali de bulunmamaktadır. “Kiracı, farkların ödenmesi gerektiğini bilmiyor mu, ayrıca ihtar beklemekte iyi niyetli sayılamaz” düşüncesi B.K. 101/2. maddenin uygulanmasını haklı kılmaz. Esasen “ifanın mümkün olduğu kadar çabuk yapılması, malın tesliminden sonra ödeme yapılmasının kararlaştırılmış olması gibi hallerde dahi, borcun vade günü belli ve muayyendir denemez” (Von. Tuhr. Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı-C. Edege çevirisi-Ankara 1983 sh. 609). Onun için birikmiş kira farkları borcundan dolayı borçlunun mütemerrit olması ve faiz borcunun doğması için B.K. 101/1 maddesi gereğince ihtar yapılması zorunludur. Kesinleşme ile muaccel hale gelen bu borç borçlunun aynı günde mütemerrit olduğunun kbul edilmesi, tespit kararının niteliğine, yukarıda sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararlarına ve B.K. 101. maddesinin lafzına ve ruhuna uyun düşmez.

    Çoğunluğun kabul ettiği sonuç, pratikte faiz borcunun başlangıcını, asıl borcun miktarının ve muaccel hale geldiğinin taraflarca bilinmesinden önceye taşımaktadır. Zira kira tesbit kararının onanmasına ilişkin Yargıtay kararı, karar düzeltmeye tabi olmadığı için, onama tarihinde borç muaccel hale gelmektedir. Ancak ilgili dosya ve kararın mahkemesine gönderilmesine, taraflarca öğrenilmesine kadar çoğu kez uzun zaman geçtiğinden, borç miktarı ve istenebilir olduğu bilinmeden borçlunun mütemerrit hale geldiği, birikmiş faiz borcu oluştuğu kabul edilemez.

    Açıklanan nedenlerle İçtihatların 13. Hukuk Dairesinin görüşüne uygun olarak birleştirilmesi gerektiği kanaatı ile sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.

    İBK. 24.11.1995 T. E:1994/2, K:2 (YKD. 1996/2, s: 165 vd.)

  • Borçlunun, teminatsız ya da belirli bir taşınmaz ya da teminat mektubunun teminat olarak gösterilmesi karşılığında banka hesapları üzerindeki ihtiyati haczin kaldırılması talebinin teminat karşılığında ihtiyati haczin kaldırılması niteliğinde “aşkın haciz şikayeti” sayılacağı-

    Borçlunun, teminatsız ya da belirli bir taşınmaz ya da teminat mektubunun teminat olarak gösterilmesi karşılığında banka hesapları üzerindeki ihtiyati haczin kaldırılması talebinin teminat karşılığında ihtiyati haczin kaldırılması niteliğinde “aşkın haciz şikayeti” sayılacağı-

    Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

    Borçlu aleyhine ihtiyati hacze dayalı kambiyo senetlerine mahsuz icra takibine geçildiği, borçlu icra mahkemesine  başvurusunda, takip dosyasında, teminatsız ya da belirli bir taşınmaz ya da teminat mektubunun teminat olarak gösterilmesi karşılığında banka hesapları üzerindeki haczin kaldırılmasını talep ettiği, mahkemece istemin aşkın haciz şikayeti olarak değerlendirilip şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

    İİK’nun 266. maddesinde; borçlunun, para veya mahkemece kabul edilecek rehin veya esham yahut tahvilat depo etmek veya taşınmaz rehni yahut muteber bir banka kefaleti göstermek şartı ile ihtiyati haczin kaldırılmasını mahkemeden isteyebileceği hükme bağlanmıştır. A.an madde gereğince, borçluların ihtiyati haczin kaldırılmasını talep edebilmeleri için, tüm dosya borcunu karşılayacak miktarda ve anılan maddede yazılı olan teminatların gösterilmesi gerekir.

    6100 Sayılı HMK’nun ”Taleple Bağlılık İlkesi” başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasında; ”Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir” hükmüne yer verilmiştir.

    Somut olayda mahkemece, taleple bağlılık ilkesi gereğince istemin, İİK’nun 266. maddesine dayalı teminat karşılığında ihtiyati haczin kaldırılması niteliğinde olduğu gözetilip, anılan madde doğrultusunda inceleme yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, talebin aşkın haciz şikayeti olduğu kabul edilerek, şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

    SONUÇ  : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.04.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

    12. HD. 16.04.2015 T. E:2014/34491, K:2015/9911

  • İhtiyari takip arkadaşı her iki borçlunun ödeme emrine itirazı üzerine duran takibin devamını sağlamak amacıyla açılan itirazın iptali davasında da her iki borçlu ihtiyari dava arkadaşı olarak yer almış olup mahkemece davanın kısmen kabulü ile takibin devamı yönünde verilen ilk kararın temyiz etmeyen davalı yönünden kesinleşmiş olacağı ve takibin bu borçlu yönünden hükmolunan miktar üzerinden devam edeceği-

    İhtiyari takip arkadaşı her iki borçlunun ödeme emrine itirazı üzerine duran takibin devamını sağlamak amacıyla açılan itirazın iptali davasında da her iki borçlu ihtiyari dava arkadaşı olarak yer almış olup mahkemece davanın kısmen kabulü ile takibin devamı yönünde verilen ilk kararın temyiz etmeyen davalı yönünden kesinleşmiş olacağı ve takibin bu borçlu yönünden hükmolunan miktar üzerinden devam edeceği-

    1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 1. Tüketici Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

    2. Direnme kararı davalı E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

    3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    I. YARGILAMA SÜRECİ

    Davacı İstemi:

    4. Davacı vekili; davalılar ile aralarındaki sözleşme çerçevesinde satın aldığı dairenin sözleşmede öngörülen sürede teslim edilmemesi ve ihtara rağmen teslimin gerçekleştirilmemesi üzerine müvekkilinin sözleşmeden döndüğünü, satış bedelinin iadesi için icra takibi başlattığını, davalıların takibe haksız şekilde itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep etmiştir.

    Davalılar Cevabı:

    5. Davalı E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. vekili davanın reddini savunmuştur.

    6. Davalı B. Ltd. Şti. davaya cevap vermemiştir.

    İlk Derece Mahkemesi Kararı:

    7. İzmir 1. Tüketici Mahkemesinin 13.12.2012 tarihli, 2010/631 E., 2012/938 K. sayılı kararı ile; davanın kısmen kabulüne, davalı borçluların itirazlarının kısmen iptaliyle takibin 159.869,34TL üzerinden devamına karar verilmiştir.

    8. Karara karşı davacı vekili ve davalılardan E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

    9. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 24.03.2015 tarihli ve 2015/252 E., 2015/9172 K. sayılı kararı ile; davacının tüm, davalı E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş.’nin sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, davacının takip konusu alacak için gönderdiği ihtarnamenin tebliğ edilmesiyle davalının temerrüde düştüğü, mahkemece bu temerrüt tarihinden itibaren belirlenen işlemiş faiz alacağı ve davalı tarafça 06.05.2010 tarihinde yapılan 232.268,49TL’lik ödeme de dikkate alınarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, bu yön göz ardı edilerek karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle karar davalı yararına bozulmuştur.

    10. Mahkemece bozmaya uyularak (bozma, tensip vb. tüm tebligatlar davalılardan yalnızca E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. vekiline tebliğ edilmek suretiyle yapılan yargılama sonunda, karar başlığında davalı olarak sadece bu şirkete yer verilerek) 01.03.2018 tarihli, 2016/375 E., 2018/112 K. sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne, takibin 33.931,13TL üzerinden devamına karar verilmiştir.

    Özel Daire Bozma Kararı:

    11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

    12. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 28.01.2019 tarihli ve 2018/3042 E., 2019/694 K. sayılı kararı ile; “…Davacı, davalılardan satın almış olduğu dairenin sözleşmede taahhüt edilen Haziran 2008 tarihinde teslim edilmediğini ileri sürerek, ödemiş olduğu bedelin faizi ile birlikte tahsili için başlatmış olduğu icra takibine vaki itirazın iptalini, %40 icra inkar tazminatının tahsilini istemiştir.

    Davalılar, (karar başlığında olmayan B. Ltd. Şti. de dahil) davanın reddini dilemişlerdir.

    Dairemizin, mahkemece 24.03.2015 tarih, 2015/252 esas ve 2015/9172 karar sayılı bozma ilamına karşı “uyma” kararı verilmek suretiyle yapılan yargılama neticesi davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

    Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerin incelenmesinde; dosyada davalı olarak E. gayrimenkul yatırım ortaklığı ile birlikte B. inşaat taahhüt ve ticaret limited şirketinin yer aldığı, yargılama sürecinde davalı B. inşaat taahhüt ve limited şirketine, Dairemizin bozma ilamı ve karar düzeltme ilamlarının da tebliğ edildiği ancak bozma sonrasındaki bozma tensip zaptında sadece davalı olarak E. gayrimenkul yatırım ortaklığının gösterildiği, diğer davalı B. inşaat taahhüt ve ticaret limited şirketinin ise bozma sonrasındaki yargılama sürecinde yer almadığı ve kendisine gerekli olan tebligatların da yapılmadığı anlaşılmıştır

    Davada, davalı taraf olarak yer alan davalı B. inşaat taahhüt ve ticaret limited şirketinin diyecekleri sorulup, varsa gösterecekleri delilleri toplanarak yargılama yapılması gerekirken, buna riayet edilmeksizin dairemizin bozma ilamından sonra taraf teşkili sağlanmaksızın yargılama yapılması ve mahkemece bozma sonrasında verilen kararda sadece E. gayrimenkul yatırım ortaklığı hakkında hüküm kurularak diğer davalı hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmemiş olması olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

    2- Bozma nedenine göre tarafların diğer temyiz sebeplerinin incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

    Direnme Kararı:

    13. Mahkemenin 10.09.2019 tarihli ve 2019/286 E., 2019/385 K. sayılı kararı ile; ilk kararın davalı B. Ltd. Şti. tarafından temyiz edilmeyerek bu davalı yönünden kesinleştiği, dolayısıyla yargılamaya diğer davalı yönünden devam edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

    Direnme Kararının Temyizi:

    14. Direnme kararı süresi içinde davalı E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

    II. UYUŞMAZLIK

    15. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; itirazın iptali yönünde verilen ilk kararın davalılardan B. Ltd. Şti. tarafından temyiz edilmediği olayda, uyulan bozma kararı sonrası yapılan yargılamada davalı olarak bu şirkete yer verilmemesinin usul ve yasaya uygun olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre somut olayda taraf teşkilinin sağlandığının kabul edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

    III. GEREKÇE

    16. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ihtiyari dava arkadaşlığı kavramına değinmekte fayda vardır.

    17. Dava arkadaşlığı (sübjektif dava birleşmesi), aynı dava dilekçesinde davacı veya davalı tarafta birden fazla kişinin yer aldığı durumlarda söz konusu olur. Bu hâlde, dava arkadaşı sayısı kadar dava bulunmakla birlikte bu davalar bir arada görülür.

    18. Bu kavram mecburi (zorunlu) dava arkadaşlığı ya da ihtiyari dava arkadaşlığı şeklinde tezahür edebilir.

    19. Mecburi dava arkadaşlığında bir hakkın birden fazla kişi tarafından yahut birden fazla kişiye karşı kullanılması maddi hukuk kuralları gereği zorunludur. İştirak hâlinde mülkiyet konusu olan bir mal veya hakka dayalı olan davanın, iştirak hâlinde maliklerin hepsi tarafından yahut hespisine karşı açılması zorunluluğu mecburi dava arkadaşlığına örnek teşkil eder.

    20. İhtiyari dava arkadaşlığında ise böyle bir zorunluluk olmaması rağmen kanunda öngörülen hâllerin varlığı durumunda davaların birlikte görülmesi tercih edilebilir.

    21. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Kanunu’nun 43. maddesine göre; birden fazla kişinin birlikte dava açması yahut birden fazla kişiye karşı aynı davayla talepte bulunulması iki hâlde söz konusu olur:

    “1 – Müddeiler veya müddeaaleyhler arasında müddeabih olan hak veya borcun iştirak halinde bulunması veyahut müşterek bir muamele ile hepsinin lehine bir hak taahhüt edilmiş olması veya kendilerinin bu suretle taahhüt altına girmeleri,

    2 – Davanın, her biri hakkında aynı sebepten neşet etmesi.”

    22. Somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “İhtiyari dava arkadaşlığı” başlığını taşıyan 57. maddesi ise şu şekildedir:

    “Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:

    a)Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması,

    b)Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri,

    c)Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması”

    23. Şu durumda, maddede açıkça sayılan dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması hâllerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi, birlikte aleyhlerine de dava açılabilir. Maddede sayılan bu hâller dışında ihtiyari dava arkadaşlığından söz edilemez.

    24. Birlikte dava açma hakkına sahip olanlar (m. 57), davalarını birlikte açmak zorunda değildirler. Bu kişilerden her biri ayrı ayrı dava açabilecekleri gibi, dilerlerse (isterlerse) birlikte de dava açabilirler. Davalılar arasındaki ihtiyari dava arkadaşlığı bakımından da durum böyledir. Meselâ, alacaklı, müteselsil borçlulardan (BK m.162 vd) her birine karşı ayrı ayrı dava açabileceği gibi, isterse, müteselsil borçluların bir kaçına veya tümüne karşı birlikte dava açabilir. Bu son hâlde, davalı tarafta bulunan müteselsil borçlular ihtiyari dava arkadaşı durumundadır; yani, bunlara karşı birlikte dava açılması zorunluluk değil, tercihtir.

    25. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhtiyari dava arkadaşlarının davadaki durumu” başlığını taşıyan 58. maddesinde de açıkça öngörüldüğü gibi ihtiyari dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsızdır ve dava arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak hareket eder.

    26. Bir başka anlatımla; ihtiyari dava arkadaşlığında mecburi dava arkadaşlığından farklı olarak tek bir dava değil, dava arkadaşı sayısı kadar dava vardır; bu davalar, (mahkemece) birlikte görülür. Bu ise, zaman, emek ve masraftan tasarruf sağlar, tahkikat ve yargılamayı kolaylaştırır ve basitleştirir ve nihayet çelişik hükümler verilmesini önler.

    27. Esas yönünden birbirinden bağımsız hareket edebilmelerinin sonucu olarak ihtiyari dava arkadaşlarından her biri hükmü yalnız başına, kendisi için temyiz edebilir. Süresinde temyiz yoluna başvurmamış olan ihtiyari dava arkadaşları hakkında hüküm kesinleşir. Diğer dava arkadaşlarının temyizi üzerine hüküm bozulursa, bu bozmadan temyize başvurmamış olan dava arkadaşı yararlanamaz (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C:3, s. 3377).

    28. Medeni usul hukukundaki dava arkadaşlığında olduğu gibi icra takiplerinde de bazı hâllerde takip arkadaşlığı mümkündür.

    29. Uyuşmazlık noktası çerçevesinde takip arkadaşlığı konusuna değinmek gerekirse; alacaklı müşterek borçluların her birine karşı ayrı ayrı takip yapabileceği gibi hepsini tek bir takibe konu da edebilir. Bu hâlde müşterek borçlular arasında ihtiyari bir takip arkadaşlığı doğar. İhtiyari takip arkadaşları yönünden de birlikte haraket etme zorunluluğu bulunmamaktadır (Kuru, B.: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara 2013, s. 168).

    30. Bu hâlde ihtiyari takip arkadaşlarından biri veya birkaçı ödeme emrine itiraz etmez ise takip o borçlu yönünden kesinleşir. Birden fazla borçlunun ödeme emrine itiraz ettiği ve alacaklının itirazın iptali davasında bu borçluları taraf olarak göstermesi hâlinde ise yukarıda değinilen ihtiyari dava arkadaşlığı doğacaktır.

    31. Gelinen aşamada itirazın iptali davasında kurulacak hükmün takibe etkisinin ne olacağı konusunda kısa bir açıklamada bulunulması Özel Daire ve Mahkeme arasındaki uyuşmazlığın çözümünde etkili olacaktır.

    32. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesinde düzenlenen itirazın iptali davaları müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan, normal bir alacak (eda) davasıdır. Takip alacaklısı tarafından süresi içinde ödeme emrine itiraz etmiş olan borçluya karşı açılır; yani davacı alacaklı, davalı ise takip borçlusudur. Davacı alacaklı, itirazın iptali davasında, borçlunun itiraz etmiş olduğu alacağın mevcut olduğunu bildirerek, borçlunun itirazının iptaline karar verilmesini (ve istiyorsa, borçlunun icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesini) talep eder.

    33. Mahkeme, genel hükümlere göre yapacağı inceleme sonunda davalının borçlu olduğu kanısına varırsa itirazın iptaline karar verir.

    34. İtirazın iptali davasının kabulüne ilişkin kararın icra hukuku bakımından iki önemli sonucu vardır: Bunlardan ilki, şartları varsa icra inkâr tazminatına hükmedilmesi imkânıdır. İkinci sonuç ise; alacaklı mahkemenin itirazın iptali yönündeki kararını icra dairesine vererek itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini isteyebilir.

    35. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; taraflar arasında imzalan haricî taşınmaz satış sözleşmesinin ifa edilmemesi üzerine davacı sözleşmeden dönerek sözleşme çerçevesinde ödediği bedeli satıcı davalılardan tahsil edebilmek için İzmir 19. İcra Müdürlüğünün 2010/4314 sayılı dosyasıyla icra takibi başlatmıştır. İhtiyari takip arkadaşı her iki borçlunun ödeme emrine itirazı üzerine duran takibin devamını sağlamak amacıyla açılan itirazın iptali davasında da her iki borçlu ihtiyari dava arkadaşı olarak yer almıştır. Mahkemece davanın kısmen kabulü ile takibin 159.869TL üzerinden devamı yönünde verilen ilk karar davalılardan B. İnşaat Taahhüt ve Ticaret Ltd. Şti. tarafından temyiz edilmediğinden karar bu davalı yönünden kesinleşmiş olup takip bu borçlu yönünden hükmolunan miktar üzerinden devam edecektir. Başka bir anlatımla; davalı B. İnşaat Taahhüt ve Ticaret Ltd. Şti. yönünden açılan, ihtiyari dava arkadaşlığı suretiyle şekli olarak birlikte görülmekle beraber ayrı varlığını koruyan dava, kısmen kabul kararının kesinleşmesiyle beraber sona ermiştir. Mahkemenin bu nedenle diğer davalı yönünden davaya devam ederek hüküm tesis etmesinde taraf teşkili anlamında usule aykırılık bulunmamaktadır.

    36. Hâl böyle olunca aynı gerekçeyle verilen direnme kararı haklı ve yerindedir.

    37. Ne var ki bozma nedenine göre davalı E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. ile davacı vekilinin temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

    IV. SONUÇ:

    Açıklanan nedenlerle;

    Direnme kararı yerinde olup, davalı E. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. ile davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmü atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 28.06.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak verildi.

    HGK. 28.06.2022 T. E: 2020/(13)3-246 , K: 1033

  • Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine Göre İcra İşlemlerinin Durma Süresince Elektronik Ortamda (ilan.gov.tr) İlan Edilmesi ve Bu İlanlardan Ücret Alınmamasına İlişkin

    Basın ilan2